DOLAR
EURO
GRAM ALTIN
ÇEYREK A.
BITCOIN
ÜYE PANELİ
SON DAKİKA
hava
Google News

Belediyeciliğimizin Tarihsel Gelişimi ve Türk Solu’nun Belediyelerle İmtihanı

Son Güncelleme :

19 Ağustos 2019 - 23:30

/ kez okundu.
Belediyeciliğimizin Tarihsel Gelişimi ve Türk Solu’nun Belediyelerle İmtihanı

Cumhuriyetimizin temellerinin atıldığı 1923 yılında yeni kurulan devletimiz, Osmanlı’dan 389 belediye devralmıştır. Cumhuriyete intikal eden bu belediyelerin 20 tanesinde düzenli içme suyu, 4 tanesinde elektrik tesisatı, 17 tanesinde mezbaha, 7 tanesinde spor alanı, 29’unda park ve bahçe, 90 tanesinde de düzenli pazar yeri olduğunu araştırmacıların yaptığı saptamalardan öğrenmekteyiz.

Bu girizgahtan da anlaşılacağı üzere belediyecilik olgusu bizde tanzimatla birlikte başlasa da henüz yenidir ve Cumhuriyet tarihi ile yaşıttır diyebiliriz.

Çok fazla itiraza ve komplekse mahal vermemek için belirtelim ki, batıda da belediyecilik eski değildir ve 18. Yüzyılın sonlarına doğru kendini gösteren bir yapıdır. Bu yüzyılın sonunda Avrupa’nın, Fransız ve Sanayi Devrimi ile tarım toplumu / geleneksel toplumdan, sanayi toplumu / modern topluma geçmeye başlamasıyla, kentlerin sanayinin merkezi olarak ortaya çıkması ve buralara köylerden yoğun göç olması yeni bir dönemin, klasik anlamda belediyelerin kurulmasının başlangıcı olmuştur.

Pek tabidir ki; bir belediyenin varlığından söz edebilmek için yerleşik bir topluluk, kent/şehir topluluğu olması gerekir. Nüfusun coğrafi dağılımı ve Osmanlı’da merkezi yönetimin güçlü olması hasebiyle belediye teşkilatlarının teşekkülünün bir hayli sonralarda meydana gelmesini tarihsel akış içerisinde normal görmemiz gerekir.

Söylediklerimizin daha iyi anlaşılması için örneklendirirsek; Selçuklu geleneğinde belediyenin yaptığı işlerden sorumlu olan kişi / kurum Kadı idi. Osmanlılar da bu geleneği devam ettirmişlerdir. Yani her alanda devlet ve merkezi otorite vardır. Hatta Osmalılar, devletin görmesi gereken belediye hizmetlerini vakıflar aracılığıyla yapmışlardır. Su işleri, temizlik ve aydınlatma işleri, parklar ve bahçeler, mezarlıklar, yol ve altyapı hizmetleri, halk sağlığını koruyucu çalışmalar hep bu kurumlar vasıtasıyla yapılmış ve çok fazla problem yaşanmamıştır.

Cumhuriyet döneminde sanayileşmenin yaygınlaşması ile birlikte göçler başlamış ve kısa sürede nüfusu hızla artan kentler oluşmuştur. İlk belediye yasası da  1930 tarihinde çıkarılmıştır. Çıkarılan 1580 sayılı Belediyeler yasası 12 Eylül dönemine kadar yürürlükte kalmıştır.  Fransa’dan uyarlanarak alınan yasayla, belediyelerin dağınık olan işlevleri tek elde toplanmıştır.

İşte belediyeciliğimizin kısa denilecek tarihsel kronolojisi ya da gelişimi bu şekildedir.

Şimdi;

Cumhuriyetin kuruluşunda, 1923’de 389 olan belediye sayısı 1938’de 537’ye ulaşmıştır. Bu dönemde iktidarın tek olması, alternatif yapının bulunmaması, mukayese edilebilecek bir başka belediyenin olmayışı, ayrıca o dönem pek çok büyük şehirde valilerin belediye başkanlığını da üstleniyor olması (Örneğin İstanbul’da); bu anlamda değerlendirme yapmaya müsait bir alan bırakmamıştır. Bir nevi Osmanlı merkezi yönetim modeli uygulamasına devam edilmiştir.

Kentlere göç 1950-60 arasında Demokrat Parti’nin iktidar olduğu dönemde zirve yapmıştır. Bu, kentlerin etrafının gecekondularla kuşatılmaya başlamasıyla sonuçlanan kirli bir süreci de beraberinde taşımıştır.

Bu göç dalgasının en fazla mağdur ettiği şehir hiç şüphesiz İstanbul’dur. Dönemin hükümetinin İstanbul’da önce kat mülkiyetine izin vermesi, üstüne sanayiyi de bu bölgede kurarak kırsal nüfusu İstanbul’a hareketlendirmesiyle İstanbul, İstanbul olmaktan kısa sürede çıkmıştır. Göç hızlı olunca mecburen yeni yolların yapılması, yeni binaların inşası da hız kazanmıştır. Tüm bunlar yapılırken ne tarihsel doku gözetilmiş, ne de şehirlerin kadim tarihi mirasları dikkate alınmıştır. Sonuçta İstanbul talana yenik düşmüştür.

Her yaşanan olay yeni bir yolun da çakıl taşları olmuştur. Sonraki dönemlerde belediyeler, iktidar olabilmenin yolu, bir nevi atlama tahtası haline gelmiştir. İktidar olanlar vatandaşa aba altından sopa göstererek; “Bana oy vermezseniz hizmet alamazsınız.” deyip iktidar olduklarını bir tehdit unsuru olarak kullanarak belediyelerin ellerinde kalmasını sağlamaya çalışmışlardır.

Muhalefet ise, bin bir güçlükle elde ettiği belediyeler aracılığıyla kendine iktidar olmanın yollarını açmıştır. Yerelde halkın memnuniyetini kazanan partiler, bu yolla zaman içerisinde kendilerini iktidara taşımışlardır.

Süreç içerisinde belediyeler bir o partiye bir bu partiye geçmiş, sürekli el değiştirerek günümüze gelinmiştir. Özellikle 1989 yılında yapılan yerel seçimlerde SHP’nin başarılı olması, klasik sağ iktidarların umut olmaktan çıktığı bir dönemde Türk solunun yakaladığı bu başarı, yeni bir devrin kapısını aralamıştır. Beklenti bu yönde iken ortaya konulan manzara hayal kırıklığından başka bir şey olmamıştır.

Yolsuzluk, iltimas, adam kayırma, gece kondu hoyratlığının ayyuka çıkması (İski skandalı gibi) nedenlerle Türk solu için kısa süren bir rüya dönemi yaşanmıştır. Umut olanların umutsuz vaka olmaları literatürümüze yeni bir kavramın da girmesini sağlamıştır.

“Milli Görüş Belediyeciliği.”

Bu ekolün en belirgin figürü, belki de vizyonu kuşkusuz Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’dır. O’nun ortaya koyduğu anlayış, başardığı işlerin devasalığı, rakiplerinin, hatta dünyanın bile hayrete düştüğü üzere; kısa sürede Melen Çayı’nın İstanbul’a akıtılması ve İstanbul’un su sorunun çözülmesi, hava kirliliğinin önlenmesi başta olmak üzere bir çok  mega projenin hayat geçirilmesi tüm dikkatlerin onun üzerine çekilmesine yol açmıştır. Bir şiirle eğer önü kesilmeseydi belki de Türkiye belediyeciliği bu gün çok daha farklı yerlerde olabilirdi.

Milli Görüş Belediyeciliğinin klasik sağ belediyeciliğe evrilmesi çok uzun süren bir süreç değildir. Malesef toplumun azgın istekleri, insan kaynağı sorunu, ahlak bilincinin zayıflaması, beceriksizlik vs. Bir sürü nedenlerle tahrip olan bünye, yeniden eski hastalıklı haline dönmüş ve ülkemiz bu yeni anlayıştan pek istifade edememiştir.

Bu gün de vaziyet değişmemiştir. Bant 25 yıl aradan sonra yine başa sarmıştır. Tıpkı 1989 seçimlerinde olduğu gibi ülkemizin en önemli kaleleri tekrar solun eline geçmiştir. Görev değişim sırası yeniden muhalefete gelmiştir.

Fakat ortada başka bir durum söz konusudur; bu değişimi önemli kılan bir etken vardır, o da 2023 seçimleridir…

Yazımızın bir bölümünde belirtmiştik; ‘belediyeler iktidara açılan kapılardır’ diye. Tam da böylesine önemli bir seçim arefesinde, muhalefet böyle tarihi bir imkan yakalamışken acaba başarılı olabilecek midir? İmamoğlu özelinde kendisine yeni bir lider üretebilecek midir? Yeni lideriyle 2023’ e giden yolu açabilecek midir? Yoksa 25 sene önceki film tekrar mı edecektir?

Bu noktada CHP’nin hiç bir bahanesi kalmamıştır. “Halk bize oy vermiyor.” yakınması ellerinden alınmıştır. Zira en önemli belediyeleri halkımız onlara emanet etmiştir. Sergileyecekleri performans 2023’teki konumlarını belirleyecektir. Hiçbir bahane onları aklamayacaktır.

Son tavsiyemiz şudur; elde ettikleri şehirlerin, kimlikle, yaşam şartlarıyla alınan belediyelerden farklı olduklarını (İzmir gibi) bilmeleri ve ona göre vizyon ortaya koymaları tek çıkar yollarıdır.

Vesselam…

 

YORUM ALANI

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.