diyarbakır escort kurtköy escort bayan eskişehir bayan escort
hava
DOLAR %
EURO %
GRAM ALTIN %
ÇEYREK A. %
BITCOIN %
SON DAKİKA
Google News

Ahmet Davutoğlu’nun Derinlik Stratejisi

Son Güncelleme :

24 Kasım 2020 - 18:10

/ kez okundu.
Ahmet Davutoğlu’nun Derinlik Stratejisi

Türk siyasetinde şu sıralar bir pıhtılaşma, bir tıkanıklık olduğu dillendiriliyor. Bunu ben demiyorum, hatırı sayılır herkes öteden beri aynı görüşü söylüyor. Zaten yeni arayışların bu kadar belirgin olması ve yeni partilerin bir biri ardına boy göstermesi bunun delilidir.

Sağda da, solda da durum aynı. ‘Sağ’ cenahta Babacan ve Davutoğlu’nun, ‘Sol’ cenahta ise Muharrem İnce ve Mustafa Sarıgül’ün partileşme nedenleri, yeni bir hikaye yazma üzerine kurulu…

Bu dört siyaset figürü içerisinde Sayın Ahmet Davutoğlu’nu ayrı bir yere koymak lazım. Zira Davutoğlu Türk siyasetinde Ak Parti ile birlikte önce danışman, 2009 sonrası Dışişleri Bakanı, 2014 yılında ise Başbakan olmak gibi çok önemli mevzilerde görev yapmış biri…

Böylesi önemli makamlarda bulunan, yapması gerekenlerle ilgili son derece uygun zeminler yakalayan Davutoğlu’nun, partileşme isteği ve arzusunun karşılığı ne olabilir?

Recep Tayyip Erdoğan’nın son derece güvendiği ve neredeyse tüm yetkilerini devrettiği biri için bu gün “Gel ülkeyi tekrar yönet.” demek ne kadar akılcı? Bunu elbette kamuoyu değerlendirecektir.

Biz burada birkaç örnek zikrederek Davutoğlu’nu ve onun stratejik derinliğini anlamaya çalışalım…

Davutoğlu’nun Suriye politikası ile ilgili değerlendirmeler yazıldı, çizildi. O’nun, gerçeklerden uzak, içerisinde yüzlerce yıllık hayalleri barındıran stratejik derinliği bir ülkeyi ne hale getirdi, hepimiz gördük.

Bu konuda lafı eğip bükmeye gerek yok. Yaşananlar henüz tarihin tozlu raflarına kalkmadı, hepsi tazedir ve zihinlerimizde diridir.

Davutoğlu, kendisi ile ilgili merak edilen çeşitli sorulara henüz bir cevap vermiş de değildir.

Suriye’ye müdahalede, ‘bayramda Emevi Camii’nde – hem de iki ay gibi kısa bir sürede – namaz kılacağı’ inancı nereden hasıl olmuştur? Türkiye’den herhangi bir vatandaşın hiç bir güçlükle karşılaşmadan gidip Emevi Camii’nde namaz kılabildiği bir ortamda bu düşünceyi dillendirmekle neyi hedeflemişti?

 

Bir hakkı teslim edelim; Olayların başladığı dönemde Davutoğlu defalarca Şam’a gitti. Suriye yönetimi ile masaya oturdu. Bir çabanın içerisinde olduğunu biliyoruz. Bilmediğimiz ise şu; “Bu toplantılarda neler konuşuldu? Bu kadar sıkı diplomasiden neden netice alınamadı?  Esad’a ne önerdi de kabul görmedi?”

 

Yine PYD’nin (PKK’nın Suriye kolu) lideri Salih Müslüm’i hangi saik ve gerekçelerle Türkiye’ye çağırdı? Bunu yapmakla, “Düşmanımın düşmanı benim dostumdur.” mu demek istiyordu?

 

IŞİD’ın, Ayn el Arab’a (Kobani) saldırısı sonrası PYD ile giriştiği ilişkiler, Barzani peşmergelerinin silahları ile birlikte Türkiye üzerinden Suriye’ye geçişi ise izahtan vareste bir durumdu…

 

Türkiye ile Rusya’yı savaşın eşiğine getiren uçağın düşürülmesi emrini kendisinin verdiğini açıklamıştı. Hala aynı sözünde midir? Yoksa bu işi FETÖ’cülere mi havale etmiştir?

 

Ya da Davutoğlu şu gerçeklerden habersiz midir?

 

İç savaşı tetikleyeceği ve ülkeyi anarşi ortamına sürükleyeceği için İslam büyükleri silah kullanmayı bir hak arama aracı olarak görmemişler, Sabırı ve metaneti tavsiye ederek meşru yolları göstermişler, “En kötü idare, idaresizlikten iyidir.” demişlerdir.

‘Hak’ gasplarına ellerine silah alarak direnenlerin kullandıkları o silah, yıllar geçsede geride unutulmayacak acılar, travmalar, kan ve gözyaşı bırakacaktır. Değişim ve dönüşümler öldürmekle değil, insan yetiştirmekle mümkündür. Bu iş uzun soluklu, yorucu bir süreçtir ve bugünden yarına olmamaktadır.

Bunun en güzel örneği ülkemizdir.1961’de Başbakanını idam sehpasına vermiş bir millet, o tarihten sonra kolları sıvamış, yetiştirdiği insan gücüyle hedeflenen değişimi elli yılda gerçekleştirmiştir.

“Ben Suriye’nin her köyünü, her kasabasını karış karış bilirim” diyen ve ihtisasını Ortadoğu üzerine yaparak profesör olmuş biri için bu gerçekler çok derinlikli bir strateji olmasa gerektir.

Suriye’nin köylerini değil ama İran’nın mezhepsel tutumunu, Rusya’nın ise Baas sevdasını hesaba katıp öyle strateji uygulamaktı maharet. Tamamen duygu ve hayaller üzerine kurulu bir yaklaşım devlet politikası olamazdı.

Öyle anlaşılıyor ki Davutoğlu görevden azledilmesini hazmedememiş ve “Ben yoksam sen de olma.” mantığıyla, ‘kayadan ne koparırsam kardır’ diyerek kendi partisini kurmuştur.

Hal böyle ama partisi bir rüzgar ya da heyecan oluşturamamışken, söylemleri de kendisini tekrardan öte geçmemektedir. Bu haliyle yeni bir hikaye yazmaktan çok uzaktır. Sözün özü, parti kurma stratejisi de görev yaptığı dönem gibi derinliksiz ve öngörüsüzdür.

Muhtemel ki akıbeti Abdüllatif Şener gibi olacaktır. Görünen köye kılavuz ne hacettir…

Yazımızın girişindeki saptamaya gelelim;

Yeni siyaset arayışları bağlamında ortaya çıkan tüm figürler, hem kendi cenahları ve hem de Türk siyaseti için yeni hayal kırıklıklarıdır.

Vesselam…

YORUM ALANI

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.