
Son dönemde sıkça duyduğumuz belki de en fazla işittiğimiz söz dizini “değişim şart!” olduğudur. Herkes ağız dolusu değişimden bahsetmekte, değişimin şart olduğunu düşünmekte ve dillendirmektedir. Her konuda olduğumuz üzere değişim gibi güçlü bir kavramı siyasetin dar kalıplarına alet edip içini boşaltmada pek mahir olduğumuz da bir gerçek.
Değişim ama nasıl?
Modernleşme çabalarının Sultan Mahmut’tan bu yana hız kesmeden gündemdeki yerini koruduğunu düşünürsek aslında bu arzu yeni değil, iki yüz elli yıllık bir hikaye…
Değişim, sadece modernite ya da başkalaşma gibi sonuçları olan bir olgu üzerinden okunacak kadar yalın bir mesele değil. Küreselleşme ve postmodernitenin değişimle olan yakın ilişkisi, Türkiye gibi her iki durumu aynı anda yaşayan, yaşamaya çalışan bir ülkede toplumsal sorunlara olan bakış açımızı belirlemede son derece karmaşık bir görüntü olarak önümüze çıkıyor.
Değişim, sadece toplumsal ya da yönetimsel bir talep değildir, insanlar zaman zaman kendilerini yenilemekten, değiştirmekten bahsederler. Mevcut alışkanlıklarını bırakmayı, yaşam biçimlerini yeniden dizayn etmeyi planlarlar. Hatta bunun için bedel ödemeyi bile göze alırlar.
Kilolu olduğunu düşünen birisi diyetisyene gidip kendini aç bırakabiliyor. Bu bir değişim isteğidir ve gerekçelerini zihninde oluşturmuştur.
Kolay değil; değişim bir rüzgardır, ilk esmeye başladığında herkes olduğu yere tutunma ihtiyacı hisseder. Bu hareketin yönetimsel karşılığı statükodur. Rüzgar dinse de bir zaman elinizi tuttuğunuz yerden çekemezsiniz.
Yapılacak ilk iş, o rüzgarı hayatı kolaylaştıracak enerjiye dönüştürmektir. Ve bunun gerçekleştiğine zihinleri inandırmak…
Bu kolay bir süreç değil, başta da bahsettim, üç asra yaklaşan bir çaba…
Modernizm, geleneksel olandan uzaklaşarak yeni bir biçim ortaya koyma arayışıdır. Medeniyetimizin yüzyılın başındaki makas değişimi bu arzunun neticesi idi. Süreç içerisinde değişimi ‘başkalaşma’ olarak anlayan bir zihin yapısı ortaya çıksa da ülkemizin geldiği nokta hiç de küçümsenecek bir konum değil. Kaldı ki, bu gün ‘modern toplum’ dediklerimiz bile tekamül sürecini henüz tamamlamış değiller.
‘Değişmeyen tek şey değişim’ değil, insanın kendisi… Durumun farkında olup olmama meselesi yani…
Değişim isteği, insanlığın ortak deneyimi sonucu ortaya çıkar. İşin içerisinde önce kendiniz olacaksınız. Bu, öyle rakipleri dize getirmek için geliştirilmiş bir aparat değildir. Kendini yenileme, geliştirme sürecidir ve bedel ister.
Önce kendiniz değişeceksiniz, sonra ekipmanları, sonra da kitlelerden değişme bekleyeceksiniz. Herkes değişsin ama ben tutunduğum yerde rüzgarın geçmesini bekleyeyim…
Yok öyle bir dünya…
Vesselam…
Geleneksel olandan uzaklaşarak modernizm yani Yeni bir biçim oluşturmak da zaman geçtikçe modernizm olmaktan çıkıp gelenekcilik olarak yerini alacak, tarihi döngü bu şekilde ilerleyecektir.